14 Nisan 2018 Cumartesi

Prut Savaşı ve Baltacı Mehmet Paşa.




Baltacı Mehmet Paşa Çariçe Katerina





Rus çarı I.Petro (Namı diğer Deli Petro) !700 yılında İstanbul antlaşması ile Osmanlı’dan Azak kalesini almış ve yönünü Baltık bölgesine dikmiş idi.
27 Haziran 1709’da İsveç Kralı XII.Charles (Demirbaş Şarl) lı  Poltova’da ağır bir yenilgiye uğrattı. Bacağından yaralanan İsveç Kralı sınırı geçerek Osmanl’nın Bender kalesine sığındı.
 
İsveç Kralı Demirbaş Şarl
Osmanlı savaş divanı İstanbul’da toplandı alınan karar ile Rusya’ya savaş ilan edildi ve 1711 yılında Başkomutanı Baltacı Mehmet Paşa olan 100 bin kişilik bir Osmanlı ordusu Romanya’ya yöneldi.
Savaşa geçmeden önce Baltacı Mehmet Paşa’yı tanıyalım

Baltacı Mehmed Paşa (ölümü 30 Kasım 1721)
   Bugünkü Çorum'un Osmancık ilçesinde  dünyaya geldi. Genç yaşta gezmeye merak saldığı için Trablus, Tunus ve Cezayir'e gitti. Daha sonra İstanbul'a döndü ve akrabalarından Hacı Sefer Ağa aracılığı ile Endurun’a kabul edildi. "Baltacı"  oldu. Ardından "Baltacı Halifeliği"ne yükseldi. Sesi de güzeldi bu yüzden musikiye teşvik edildi. "Müezzin" oldu. Oradan yazıcılığa terfi etti, 1703 Aralık ayında da "Mirahurluk"a yükseldi. 1704 yılı Kasımında "Vezir"liğe, hemen ardından "Kaptan-ı Derya"lığa (Deniz Kuvvetleri Komutanlığı), 21 Aralık 1704'te de "Sadrazamlığa (Başbakanlık) yükseldi.
 
I
Rus Çarı I.Petro
Prut Savaşının Başlaması
Çar I. Petro, Lehistan’dan Mareşal Boris Şeremetev komutasında  bir birliği Boğdan üzerine sevk etti. Bu birlik, Türkler gelmeden önce Tuna köprülerini tutacak, Eflak ve Boğdanlıları (Romanya)  isyana kışkırtacak ,Hristiyanların ayaklanmasını kolaylaştıracaktı. I. Petro’nun kendisi de Lehistan sınırını takviye ettikten sonra ordusuyla harekete geçerek Prut nehri kıyılarında Çucora’da karargahını kurmuştu.
    Ruslar Osmanlı ordusundan önce Falcı geçidine  geçidin çevresinin bataklık olması dolayısıyla sol kanatlarını Tuna’ya kadar güvence altına alabileceklerini düşünmüşlerdi. Oysa Osmanlı ordusunun öncü birlikleri çok hızlı davranarak Ruslardan önce Falcı geçidini geçmişti. Falcı’yı geçen Osmanlı öncü birliklerini karşısında gören Petro, geri çekilmek istemişse de Kırım Hanı Giray hanın kuvvetlerinin geri çekiliş yolunu kapatmasıyla, Prut Nehri kenarında bulunan Novi Stanilesçe mevkiinde kuşatıldı. Aynı günün akşamı Osmanlı ordusunun ana kuvveti de gelmiş Prut’un karşı kıyısına geçmeyi başarmıştı.
Prut Savaşı


       Geri çekilme yolları kesilen I. Petro, 60 bin kişilik mevcudu ile savunma düzeni aldı. Sadrazam ve Başkomutan Baltacı Mehmet Paşa da emrindeki kuvvetlerle cepheden hücuma hazırlanıyordu. Osmanlı ordusunda bulunan İsveçli General Spar ile İsveç elçisi General Ponyatovisky, Baltacı’ya hücum değil, kuşatma teklifinde bulundular. Çünkü Rus ordusu aslında açlık ve susuzluk tehlikesiyle karşı karşıya idi. Kuşatma onları kısa zamanda teslime zorlayacaktı. Ancak işi hemen bitirmek isteyen Baltacı Mehmet Paşa taarruz emri verdi. üç saat savaşan yeniçeriler, düşmanın çetin direnişi karşısında 7 bin şehit vererek siperlere çekildiler.
      Ancak ertesi gün nehrin öte yakasında kalan kuvvetlerin ve topların da Osmanlı ordusunun saflarında devreye girmesiyle Rus ordusunun ilk günkü başarısından en ufak eser kalmadı. Toplar Rus ordusuna ateş yağdırıyordu, Rus ordusunda tam bir panik havası yaşanıyordu. Çok korkan  I. Petro, “İşte şimdi Şarl’ın Poltova’da uğradığı felaketten daha büyük bir felakete uğradım” diyordu. Moskova’ya  kendisini ancak bir mucizenin kurtarabileceğinden bahsediyor, Esir olursa hiçbir emrini dinlememelerini  yazan bir mektup yazdı.
      Rus ordusu, özellikle gıdasızlık yüzünden çok kötü durumda olduğu gibi, Kırım ordusu da arkadan Prut nehrini tuttuğu için Ruslar buradan su alamıyorlardı. Böylece, susuzluk tehlikesi de baş göstermişti. Yardım gelmeyeceğini bilen I.Petro’nun morali son derece bozulmuş, çadırına çekilerek hiç kimseyle görüşmemeye başlamıştı
     Bu sırada devreye Çariçe Katerina devreye girerek Çar I.Petro’ya Baltacı Mehmet Paşa’ya bir heyet göndererek bir barış antlaşması teklif etmesi yönünde telkinde bulundu Bunun üzerine  Mareşal Boris Şeremetev tarafından Baltacı’ya mektup yazıldı. Mektubu Baltacı’nın karargahına getiren Rus elçileri, barış karşılığı ne istenilirse çarları tarafından kabul edileceğini söylüyordu. Ayroca Rus elçileri yanında Katerina’nın mücevherlerini ve, ordudan topladıkları mücevherleri ve subaylardan ödünç aldıkları yaklaşık 200 bin duka altını beraberlerinde getirerek Baltacı’nın kethüdası Osman Ağa’ya vermişlerdi.
Gönderilen elçiler dönüp de Baltacı Mehmet Paşa’nın barış görüşmeleri için tam yetkili birini bildirince bütün orduda bir umut belirdi.. Görüşmeleri için Çar’ın başbakanı Şafirov Osmanlı karargahına geldi. Görüşmenin başlarında Baltacı, Rus ordusunun tamamen teslim olmasını istediyse de Şafirov bunu ret ederek gerekirse sonuna kadar savaşacaklarını söyledi. Sonunda, 21 Temmuz 1711’de “Prut Antlaşması” adıyla anılan antlaşma imzalandı. Anlaşmanın maddeleri şöyle özetlenebilir:

§  Rusya geçen savaşta Osmanlı’dan aldığı Azak Kalesi’ni iade edecek,

§  Osmanlı topraklarına karadan ticaret için gelenler ve gidenler dışında İstanbul’da Rus elçisi bulunmayacak,

§  Rusların Türk sınırında yaptığı bütün kaleler yıkılacak ve içindeki silahlar Türklere verilecek,

§  Rusya hiçbir şekilde Lehistan’ın ve Kazakların işlerine müdahale etmeyecek,

§  Demirbaş Şarl ülkesine dönene kadar kendisini rahatsız edecek hiçbir girişimde bulunulmayacak,

§  Anlaşma koşulları yerine getirilene kadar Başbakan Şafirov ve Mareşal Şeremetev İstanbu’da kalacak.


Baltacı’yı Prut Antlaşması’nı yapmaya zorlayan durum neydi ? Bu durum devamlı tartışma konusu olmuştur. Bu tartışmaya, Baltacı-Katerina ilişkisi bir şehir efsanesi olarak girmiştir. Rus elçinin getirdiği altın ve mücevherleri  Baltacı Mehmet Paşa bir iftiraya kurban gitmemek için bunları herkesin içinde kabul etmiş almış ve aldıklarını dönüşünde hazineye beyan etmiştir. “Rüşvet” olayını ortaya atanlar İsveçliler olmuştur. Çünkü İsveçliler, Çar’ın çok kötü durumda olduğunu görerek, onun esir edilip, ordusunun dağıtılmasını istediklerinden Baltacı’nın barış kararına karşı çıkmışlar, Baltacı barışta direnince onu “rüşvet” almakla karalamak istemişlerdir.
     Baltacı Mehmet Paşa’yı barışa zorlayan asıl neden yeniçerilere güvenememesi olmuştur. Baltacı daha birkaç gün önce yeniçerilerin isteksizliğine, kolayca püskürtüldüğüne tanık olmuştu. Baltacı Mehmet Paşa Zafer’in arefesinden bir hezimete düşmek istememiş idi.Gerçi Rus ordusu berbat bir durumda idi eğer Baltacı, Rus ordusunun çok kötü durumda olduğunu, özellikle açlık ve susuzluk halini gerçek anlamda bilse idi, belki de barış koşulları çok daha farklı olabilirdi.
Baltacı Mehmet Paşa-Katerina Aşkı
Türk tarihinin en büyük şehir efsanelerinden biri de Baltacı Mehmet Paşa ile Katerina arasında yaşandığı düşünülen ilişkidir
Elbette bu efsanenin hiçbir tarihi dayanağı yoktur.. Katerina’nıno savaş sırasında yazılan günlüklerde kesinkle Rus ordugahından çıkmadığı yazılmıştır.. Ayrıca Prut Savaşı sırasında Baltacı Mehmet Paşa tam 82 yaşındadır.

12 Nisan 2018 Perşembe

YANYA SAVUNMASI





YANYA MÜDAFİİ ESAT PAŞA’NIN (ESAT BULKAT PAŞA) VE YANYA MÜSTAHKEM MEVKİİ KOMUTANI KAÇİ VEHİP PAŞA ANISINA :

ESAT BULKAT PAŞA
MEHMET VEHİP KAÇİ PAŞA



    

  
















İnsan, silah, lojistik imkânlar bakımından yetersiz olan Yanya Kolordusu, İkinci ve Üçüncü Yanya savaşlarında  kahramanca savaşmış, ancak cephanesi ve yiyecek erzakı kalmayınca şehri teslim etmek zorunda kalmıştır. Yunan “Epir Ordusu” çok zor durumlara düşse de amacından  vazgeçmemişti.
   
Yunan Savunma Bakanlığı tam teşekkülü Selanik’teki 6. Yunan Tümeni, 110 subay, 7.400’den fazla er, 1.800 hayvan ile Preveze limanına çıkarmıştır ve Epir Ordusuna dâhil etmiştir. Ayrıca Sakız Ada’sından 12. Yunan Tugayı 28 subay, 4.475 muharip er de aynı yolla gelmişti. Bu kuvvetler 18 Ocak 1913 günü Yanya Cephesine intikal etmiş ve Epir Ordusuna katılmışlardır. Yunan Ordusu asker, silah ve malzeme bakımından güçlenirken, Yanya Kolordusu bunun onda biri kadar takviye alamamıştır.

Yanya Kolordusundaki subay ve erler için şartlar çok zorluydu. Ayrıca  Arnavut militanlar da Osmanlı birliklerindeki Arnavut İkmal ve Redif erlerini kışkırtmaya başlamışlardı. Kışkırtılan erler manga hatta bölükler halinde kaçışmaya başlamıştı. Genel olarak 25 Aralık ile 20 Ocak arasındaki dönem sükûnetle geçse de Yunan Ordusuyla Dristinik Muharebesi (5–9 Ocak 1913) ve Aydonat (Çamlık) Muharebesi (6–20 Ocak 1913) diye bilinen çarpışmalar da yaşandı.
 
YANYA SİPERLERİ
Dristinik Muharebesi  (5–9 Ocak 1913): Bu muharebe Yüzbaşı Bekir Bey’in komutası altındaki 900 er, iki makineli tüfek ve üç adi ateşli topu bulunan 4.tabur ile 4.000 mevcudu bulunan 5.Yunan Piyade Tugay’ı arasında geçmişti. Yunanlılar 5 Ocak 1913 günü, Osmanlı taburuna saldırdıysa da güvensizlikten geri çekildi. 6 Ocak sabahı Yüzbaşı Bekir taburu ile giriştiği karşı taarruzda Yunanlıları çok zor duruma soktu. Yunanlılar 300 ölü ve yaralı, çok sayıda araç gereç, cephane ve hayvan bırakarak kaçtılar. Takip esnasında da iki subay ve bir er esir alındı. Yunanlılar binin üzerinde takviye ile 8 Ocak günü yeniden saldırıya geçtilerse de 9 Ocak günü başarı sağlayamadıkları gibi yeni kayıplar vererek geri çekildiler. Telaşlanan Yunan Milli Savunma Bakanlığı bölgedeki kuvvetleri Makedonya Ordu Komutanlığı emrine vermek zorunda kaldı.


Aydonat (Çamlık) Muharebesi (6–20 Ocak): 1913 Yunanlılar,Yanya’nın kuzey batısındaki, Aydonat bölgesini savunmaya çalışan Osmanlı birliklerini 25 Aralıktan itibaren taaruzlar ile zorladıklarından  buradaki kuvvetlerimiz iki makineli tüfek ve bir top verilen iki piyade taburu ile takviye edildi. 26 Aralık günü Osmanlı yanlısı Arnavut milisleri de Yunan mevzilerini yararak Epir ordusunun güneybatısını tehdit etmeye başladılar. Osmanlı Birlikleri 6 Ocak’ta başlayıp 16 saat taarruz sonunda Yunan kuvvetlerini yenilgiye uğrattı ve Yunan kuvvetlerini 10 km kadar geriye attı.Yunan komutanlığı yenilginin bozguna dönüşmesini önlemek için cepheye 2 Piyade taburu nakletti.
   Bunun üzerine  12 Ocak’ta Yunan birlikleri yeniden taarruza geçti. 13, 14, 15, 16, 17 Ocak günleri de devam eden taarruzda Osmanlı birlikleri taktiksel çekilme yaparak hilal taktiğini uyguladılar. 18 Ocak günü hilal halini alan Aydonat cephesinde Osmanlı'nın genel taarruzu karşısında neye uğradığını şaşıran Yunan birlikleri tüm ağır silahları alarak Preveze sahiline doğru kaçmaya başladı. Yunan birliklerinin 19 ve 20 Ocak’ta bir harp gemisinin topçu ateşi sayesinde Preveze’ye 15 km kala Osmanlı taarruzu durdu. Epir ordusu Yanya üzerine yapmayı planladıkları taarruz öncesi hazırlık anlamına gelen Dristinik ve Aydonat (Çamlık) Muharebelerinde başarısız oldular.


Mustafa Kemal Paşa ve Esat Bulkat Paşa 


 İkinci Yanya Muharebesi (20–23 Ocak 1913)
     Bu sırada Savasın kaderini değiştiren bir olay oluyor  Arnavutların Yunanlılar ile antlaşma imzalaması sonucu Osmanlı birlikleri içersindeki Arnavut subay ve erler mevzilerini terk edip kaçmaya başlamışlardı. Mevsim şartları da gittikçe ağırlaşıyordu. Mevzilerin açıkta olması Yunan topçu ateşinde altında verilen kayıplar verilmesine neden oluyordu. Kış şartları çok ağırdı bu yüzden zayıf donanımlı Osmanlı Askerleri arasında donma sonucu ölümler artıyordu. Ayrıca yiyecek sıkıntısı da yaşanıyordu. Yakın köylerden temin edilen mısır (koçanı ve sapıyla) öğütülerek er başına günde 600 gram mısır ekmeği ile bir parça et verilebiliyordu. Hastaneler hastayla doluydu ve yeni hastalar için yer kalmamıştı.

 20 Ocak 1913 günü Yunan Epir ordusu bütün topçularıyla Bijan bataryalarını yoğun topçu ateşi altına alındıı. Bölgeye atılan binlerce mermi Yanya Müstahkem Mevki topçusunun subay ve erlerinden %75’inin yaralı olarak muharebe dışında kalmasına sebep oldu. Epir Ordusu birlikleri topçu ateşinden sonra ilerlemeye başlamıştı.Yunan birlikleri Osmanlı savunma hatlarına gelindiğinde yine geri çekilmek zorunda kaldılar. Ancak Yunan birlikleri sürekli takviye alıyordu. Yunan Epir Ordusu ile Yanya Kolordusu arasındaki kuvvet dengesizliğini Esat Paşa şöyle açıklar “…Epir Ordusu, 19 kilometrelik cepheyi kuşatmıştır. Kolordunun kuvvetinin 57.000 muharipten oluşması gerekirken, gerçek muharip sayısı 10.000 eri geçmemektedir. Buna karşılık Yunan ordusunun 30–40 bin muharibi bulunmaktadır.”

30 Ocak 1913 günü akşamı beyaz bayrak çekmiş bir Yunan subayı iki er ile birlikte Yanya Kolordusu Mevzilerine geldiler Gelenler “…Londra Konferansının başından beri, hükümetinizin Trakya ile Adriyatik Denizi arasındaki topraklardan vazgeçtiğini, kuşkusuz duymuşsunuzdur. Bu nedenle Yanya şehri, Osmanlı Hükümeti için her yönden yitirilmiştir. Bu durumda şehrin savunması için ısrara sebep görmüyorum.” Diye yazan Prens Konstantin’in mektubunu getirmişlerdi.

Yanya Kolordu Komutanı Esat Paşa gelen mektuba şu şekilde cevap verdi: “…Ordunuzun her ciddi teşebbüsüne karşı Allah’ın yardımıyla Yanya’yı savunmak için gerekli önlem ve araçlar mevcuttur. Ordunuzla çarpışmayı, sonuna kadar sürdürmek, şerefim gereğidir. Dökülen ve dökülecek olan kanlardan dolayı, insanlık ve medeniyet, beni ve ordumuzu kınamaz. İlahi adalet bu sorumluluğu savaşa sebep olanlara yükler.”

1 Şubat 1913 günü (Sadrazam Tevfik Paşanın oğlu) Üsteğmen İsmail Hakkı Yanya Komutanı Esat Paşa’nın cevabi mektubu götürürken Yanya Lodes yolu üzerinde Kapı karakolu önünde yaşananlar Esat Paşa’nın cevabi mektubunda söylediklerinin ne kadar doğru olduğunu ispatlamaktaydı. Kapı karakolu geçilirken Anadolulu bir çavuş Üsteğmen’in atının dizginlerini tutarak, sinirli bir şekilde:  “Nereye ve niçin gidiyorsunuz? ” diye sordu. Üsteğmen bu sorunun sebebini anlamış olduğu için: “Atımı bırak, biz teslim olmayacağız. ” cevabını verdi. Çavuş bu cevaptan sonra subaya selamını verip, gülümseyerek: “Bizde bunu duymak istiyorduk” dedi. Yunanlılar, Birinci Yanya Muharebesindekinin iki katından fazla kuvvete sahip olmalarına rağmen, İkinci Yanya Muharebeleri’nin sonunda yenilgilerinin şaşkınlığı içerisinde idi.


Üçüncü Yanya Muharebesi (5–6 Mart 1913)
3 Şubat-3 Mart 1913 arasındaki bir aylık süreyi Yunanlılar Epir ordusunu takviye ederek ve tüm tümenlerini bütünlemişler cephane ve erzak takviyesi yapmışilardı.. Yunanlılar, Yanya Kolordusu kuvvetlerini yıpratmak ve yapmayı düşündükleri genel taarruzu gizlemek için belirli bir plan dâhilinde karadan, denizden ve havadan çetelerle birlikte saldırılarını sürdürüyorlardı.
  
Ziça Bölgesi Harekâtı, Zagor Bölgesi Harekâtı, Çamlık Bölgesi, Yunan Denizi kıyılarındaki harekâtlar bunların en önemlileri idi.Yunan birlikleri planlarına göre, 4 Mart 1913 günü Yanya mevzilerini topçu ateşi altında tutarak, Üçüncü Yanya Muharebesini başlattılar. Hedeflenen Yanya Mevzilerini çökertmek ve on bin kadar olan Osmanlı kahraman kuvvetinin üzerine kırk bin Yunan kuvvetiyle saldırmaktı.

     5 Mart 1913 günü Yunan Genel Taarruzu yine yoğun topçu ateşi desteği ile başladı. Düşman iki koldan saldırmaya başlamıştı. Prens Konstantin Savaş Dairesi’ne yazdığı raporda taktiğini şöyle anlatıyordu “Sağ kanat düşmanı oyalarken, sol kanadım hücumu kararlılıkla sürdürülecek "Havanın iyiolmasından dolayı da Yunan kuvvetleri şanslıydı. 5 Mart Akşamı 138 günlük şanlı direnişinde sonuna gelinmişti Yanya Kolordusu  birlikleri son cephanesini bitirmiş son karavanasını tüketmiş, son güçlerini yitirmişlerdi. Yanya kapılarını tutan Yunan taarruz kolları cesaret edemediklerinden şehre girememişlerdi. 6 Mart 1913 sabahı Yunan topçu ve piyade ateşi durdu. Tüm cephelerde sesizlik hakimdi.. Çünkü Yanya Kolordu ve Müstahkem Mevki komutanları arasında yapılan ortak görüşmede Yanya Kolordusu ve Müstahkem Mevki komutanlığı teslim olma kararı vermişti.General Suços komutasındaki Yunan Süvari Alayı Yanya’ya girdi ve askeri vali görevini de üstlendi. 9 Ekim 1431 yılından beri Hükümet konağında dalgalanan Osmanlı Bayrağının yerine Yunan Bayrağı çekildi.. Prens Konstantin Esat Paşa ve diğer Türk subaylarının kılıcını kabul etmedi. Esat Paşa’ya “Kahramanların kılıcı alınmaz” diyerek, kılıcını Paşa’ya iade etti.  Prens Konstantin ertesi gün mevzileri dolaştığında gördüğü taş ve topraktan oluşan basit siperlerden öyle utandı ki, kendi subaylarının bile gezmesini yasakladı.
Yanya'ya giren Yuna Kuvvetleri


    Korgeneral Emin Kural, Yanya Müdafaası isimli kitabında şöyle der :: “Yanya’nın teslim olmasından sonra dokuz ay kadar esarette kaldım. Bu esaretim sırasında Yunan Ordusu’nda istihkâmcılık öğretmenliği yapmakta olan bir Fransız istihkâm binbaşı ile arkadaş olduk. Adı geçen Fransız subayı, Yanya Müstahkem Mevkiinden şöyle bahsetti: – Yanya Kalesi daimi değil, geçici değil, hatta sahra usulü bile yapılmış istihkâmlardan uzak bir tahkimat idi. Böyle taş ve toprak arkasında yapılan kahramanca bir savunma önünde Yunan kuvvetlerinin aylarca duraklaması, öğretmeni olduğum Yunan ordusu için yüz karasıdır…”

   Yanya Savunmasının en dikkat çekici özelliği; Yunan Epir Ordusu’nun her türlü insan, silah ve lojistik imkânlarına en üst seviyesinde sahip olmasına karşın, çok az insan, silah, lojistik imkânlara sahip olan ve gün geçtikçe kış şartlarına karşıda mücadele eden Yanya Kolordu Komutanı Esat Paşa’nın 10.000 asker ile Yanya’yı sonuna kadar savunmasıdır.Burada en acı olan nokta ise, Osmanlı askerleri  kahramanca savunma yaparken, Arnavut asıllı erlerin savunmanın ne kritik döneminde silahlarını da beraberlerinde götürerek mevzilerini terk etmeleri ve “Esat Paşa’nın 10.000 asker ile dört ay kahramanca direnmesi karşısında tam teşekkülü Selanik kentinin terk mermi atılmadan teslim edilmesidir.

9 Nisan 2018 Pazartesi

Karboğazı Baskını


Bu hikaye 44 Kuvva-i Milliye neferinin 700 kişilik Fransız taburunu esir almasının öyküsüdür.

Gülekli Hatice Hatunun Anısına...

Kavaklıhan Muharebesi

Nisan- Mayıs 1920’de Tarsus-Pozantı yolu üzerindeki Kavaklıhan’da önemli
çatışmalar oldu. Kavaklıhan savaşları daha çok keşif taarruzu şeklindedir.Bu taarruz ile düşman, Tarsus-Pozantı şosesini tutan kuvvetlerimiz hakkında bilgi edinmek ve muvaffak olduğu takdirde Pozantı’ya kadar ilerleyerek buradaki taburunu kurtarmak amacını güdüyordu. Biri Adana’dan diğeri de Tarsus’tan olmak üzere iki defa harekete geçen Fransız kuvvetleri başarı sağlayamamışlardır. Sinan Tekelioğlu komutasındaki bu çatışmalarda Fransızlar büyük kayıplar vermişlerdir.



Panzin (Kar Boğazı) Muharebesi


Fransızlar Kavaklıhan yenilgisinden sonra Tarsus- Pozantı şosesini yaramayacaklarını kesin olarak anlamışlardır.  Pozantı kuşatıldı. Pozantı’nın kuşatılmasından sonra çetin mücadeleler sergilendi.  Binbaşı Menil zor durumda kaldı. Yardım alamayacağını anlayan Menil, Pozantı’yı boşaltma kararı verdi.
    Komutan Menil Mersin’deki Fransız kuvvetlerine ulaşmak amacıyla 26 -27 Mayıs gecesi Pozantı’yı terk etti. 9 subay, 696 er, 8 yaralı er ve 8 subay, 44 Rum ve Ermeni, 37 Türk esiri ile iki rehber ile beraber Kadirhanı Şosesi, İbrahim Paşa Tabyası, Bulgur Madeni yolu ve  Çayır Gediği yolunu takip edilerek Mersin’e ulaşmak için yola çıktılar.
   

PANZIN ÇUKURU GÜLEK YAKINLARI

 27 Mayıs gecesi Bulgur Madeni yoluna ulaştılar. Sabahleyin burada birkaç aşiret çobanına rastladılar. Bunlar Panzin çukuru köyünden Hatice hatun ve Kumcu Veli idi. Fransız taburu olduğunu anladıklarında ilk önce kaçmayı düşündüler,fakat çok geçti farkedilmişler idi bunun üzerine öldürüleceklerini anlayıp vazgeçtiler.:Tabur onlara yaklaşmıştı,taburun Ermeni tercümanı Hatice hatuna yakınlarda çetelerin (Kuva-i Milliye) olup olmadığını sordu. Hatice kadın Kuvvay-ı Milliye neferi idi et, süt, yoğurt, peynir gibi yiyecek ve giyecek yardımında bulunurdu. Her şeyin farkındaydılar. Kuvâ–yi Milliye’nin vatanseverlği ruhunda yer etmişti. Yok dedi buralarda çeteler olmaz buraları güvenlidir diye devam etti.

Menil’in emriyle nereden yiyecek bulabileceklerini Hatice kadına sordular. Hatice kadın, onlara ineklerinin, keçilerinin olduğunu, istedikleri kadar yiyecek getirebileceğini, köylerinde kendilerinden başka kimsenin olmadığını anlattı.

 Fransızlar, Hatice kadının sözüne inandılar. Menil, Kumcu Veli’nin kalması şartıyla ona izin verdi.. Hatice kadın hiç durmadan, hızlı adımlarla köye döndü. Durumu Gülek Müfreze Komutanı Gülekli Kemal’e haber verdi. Gülekli Kemal yanına Aydınlı aşiretlerinden 12 kişiyi daha alarak harekete geçti. Toplam 44 kişi olmuşlardı. Kısa zaman içinde dağ yollarını takip ederek Fransız taburuna yetiştiler. Onları sessiz bir şekilde takip ettiler.
  28 Mayıs 1920 de Panzin çukurunda çatışmaya girmişlerdi. Kuşatıldıkları bu çukurdan çıkamayan Fransız komutan Menil,beraberinde 6 subay, 300 nefer, 1 doktor ve 8 başıbozuk teslim olmak zorunda kalmıştır.
 
KARBOĞAZI ZAFERİ HEYKELİ 



Binbaşı Menil tercümanı ile Panzin çukuruna gelerek hazırlanan bir evde 27/28 Mayıs 1920 gecesi uzun süren tartışmalardan sonra teslim şartları on maddede düzenlenmiş ve taraflarca imzalanmıştır.Bunlardan bazıları: 

1-Esirlerin hayatları ve üzerlerindeki silahtan başka bütün eşyalar  emniyet altında bulundurulacaktır. 
2-Esirlerin iaşeleri Türk hükümetince karşılanacaktır
3-.Subaylar hakkında Milletler Arası Hukuk’a göre muamele yapılacaktır. 
4-Binbaşı Menil’in kılıcı kendisine bırakılacaktır. 
5-Esirlerin memleketlerinden gönderilen koliler muayeneden sonra verilecektir.
6- Hasta ve yaralılar hastanelerde tedavi altına alınacaktır.

Bu anlaşma ve Teslim Adana'da Fransız genel valiliğinde şok etkisi yaptı ve günlerce bunun yalan olduğuna inandılar.Ancak 5 gün sonra Tabur Mersin'e gelemeyince ve bir Ermeni köylünün esirleri dağ yolunda yürürken gördüğünü söyleyince durum Paris'e bildirildi. 



7 Nisan 2018 Cumartesi

II.Abdülhamit ve Eğitim

    2.Abdülhamit’in otuz üç yıl kaldığı padişahlık döneminde imar yanında eğitimin yayılmasını sağlayacak bazı reformlara da başvurulmuştur. Modern eğitim, bu dönemde yerleştiğinden devlet, eğitimdeki görevinin bilincine varmıştır. Yeni okullara devletçe mali yardım sağlanması ve yeniden Darülfünun eğitim hayatına geçirilmek istenmesi eğitim konusunda yapılmak istenen atılımlardan birkaçıdır.




Eğitimin Türklerin çoğunlukta olduğu yerlere, özellikle Anadolu’ya yönelik olması eğitimdeki en  temel reformdur.Öyle ki her yıl Anadolu'da ortalama 400 ilkokul açılmıştır.Bunda en büyük amaç Devlet en uzak köşelerine kadar merkezi otoritenin gücünü bir şekilde göstermek bürokrasiyi ve resmi kurumlaşmayı yaymak idi.Yabancı ve Azınlık okulları kontrol altına alınmış Başlarına Türk öğretmenler getirimiştir.

İlk kız okulları II. Abdülhamit zamanında açılmıştır.  Abdüllatif Subhi Paşa’nın ilk defa bir kız sanat okulu açma teşebbüsünde tereddüt geçirmesi ve titizlenmesi üzerine Abdülhamit: “Sen mektebi aç, ben arkandayım.” diyerek açıktan destek vermiş ve çevresini, daima kızların okuması için ilk adımları atmaya teşvik etmiştir. 



Tahta geçtiği yıl 250 olan orta okul sayısı 1909′da 900′e, 6 olan Lise sayısı 109′a çıkmıştır. 1877′de İstanbul’da sadece 200 tane modern ilkokul varken 1905′te 9 bine çıkmıştı .

AÇTIĞI OKULLAR 



Sanayi-i Nefise Mekteb-i: 1 Ocak 1882 tarihinde Sultan II.Abdülhamit Han tarafından kurulmuştur. Bugünkü Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesinin temelidir. Sanayi-i Nefise Mektebi, Paris’te hukuk ve resim öğrenimi görmüş Osman Hamdi Bey’in, II. Abdülhamit tarafından Sanayi-i Nefise Mektebi Müdürlüğü’ne tayin edilmesiyle resmen kurulmuştur. 
Meydan Düzenleme Çalışması 


Hamidiye Ticaret Mektebi Alisi: 16 Ocak 1883 tarihinde Sultan II.Abdülhamit Han tarafından kurulmuştur. Bugünkü Marmara Üniversitesi İktisat Fakültesi'nin temelidir.


Aşiret Mektebleri / Mekteb-i Aşiret-i Hümayun: 21 Eylül 1892 tarihinde Sultan II.Abdülhamit Han tarafından kurulmuştur. Arap ve Kürt aşiretlerinin çocuklarına Osmanlı düşüncesini ve kültürünü öğretmeyi amaçlamıştır. Okulan ilk olarak Halep, Bağdat, Suriye, Musul, Basra, Diyarbakır, Trablusgarp vilayetlerinden ve Kudüs, Bingazi ile Deir Zor sancaklarından, Aşiretlerin 12 ile 16 yaş arasından ki çocukları alınmıştır.

Mekteb-i Hukuk: 17 Haziran 1880 tarihinde Sultan II.Abdülhamit Han tarafından kurulmuştur. Türkiye’nin en köklü Hukuk Fakültesidir ve bugünkü İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinin temelini oluşturmaktadır. 


Darülmualliminler / Öğretmen Okulları: 1874 yılında  Sultan II.Abdülhamit Han tarafından Darülmuallimin-i İdadi açıldı. 1890 yılında öğretmen okulu Sıbyan, Rüştiye, İdadi ve Âli kısımlarına ayrıldı. Âli kısım ise Fen ve Edebiyat bölümlerine ayrıldı. Bu dört kademeli okulun adı Darülmuallimin-i Âli olarak yeniden düzenlendi. İkinci meşrutiyetin ilanından sonra 1908 yılında politik nedenlerle okula yeni Öğrenciler alınmamış, öğrenciler Darülfünun edebiyatı, riyaziye, tabiyat şubelerine dağıtılmıştır.

Hendese-i Mülkiye Mektebi: 1883 yılında Sultan II.Abdülhamit Han tarafından kurulmuştur. Mühendishane-i Berr-i Hümayundaki kılıçhanelerden birisi boşaltılıp Hendese-i Mülkiye öğrencilerine tahsis edilmiştir. Kuruluşunda Fransa’daki Ecole Ponts et chaussées (Köprü ve Yol Mektebi) örnek alınmıştır. Ancak daha sonra Fransız dizgesi (sistem) terk edilmiş ve Alman dizgesine geçilmiştir. Hendese-i Mülkiye önceleri askeriyeye bağlıydı, fakat daha sonra askeriyeden ayrılıp Bayındırlık Bakanlığına bağlanmıştır. Adı da Mühendis Mektebi olarak değiştirilmiştir (1909). Bugünkü İstanbul Teknik Üniversitesi'nin temelidir. 
Tüp Geçiş Projesi

II.Abdülhamit Han'nın Latin Alfabesine Geçme Fikri.

Şimdi gelelim Asıl konuya Sultan Abdülhamit aslında çok önemli bir Reform hatta devrim yapmayı düşünüyordu LATİN alfabesine geçmeyi bu bizzat kendisince yazılmış gerçek bir olaydır.Tahttan indirildikten sonra kendi kalemiyle hayatını ve saltanat makamındaki siyasi olayları kaleme almış ve bizzat Abdülhamit Han tarafından katip Ali Vehbi Bey’e Fransızcası tercüme ettirilerek yayınlatmıştır. 


Latin Harflerinin kullanılması ile ilgili en net ve dikkate değer yorum Abdülhamit Tarafından ortaya koyulmuştur.Abdülhamit Han, bizzat kendisinin kaleme aldığı ve ifade ettiği üzere Latin Harflerinin kullanılmasında yarar görmüş, nasıl uygulanabileceği konusunda fikir alışverişlerinde bulunarak danışmanları ve hükümet üyeleri ile istişare etmiştir.

Abdülhamit Han, Saltanat makamından indirildikten sonra kaleme aldığı “Siyasi Hatıralarım” kitabında naklettiği bilgilerde Latin Harflerine geçilmesi yönündeki düşüncelerini şöyle açıklamıştır ;

“Yazımızı öğrenmek pek kolay değildir. Bu işi halkımıza kolaylaştırmak için belki de Latin Alfabesini kabul etmek yerinde olur. “ (Siyasi Hatıralarım, Sayfa 192)


Abdülhamit Han’ın bizzat kaleme aldığı hatıralarında bahsettiği gibi Latin Harflerinin kullanılması, Osmanlı Türkçesinin halk nezdinde yaygınlaşması için faydalı görülmüş, bu konuda verilecek kararın yerinde olduğu kanaati belirtilmiştir.

Abdülhamit Han’ın Latin Harflerinin kullanılması yönündeki düşüncesi gerçekleşememişti. Zira zaten saltanatının son döneminde olması ve içerde ki muhalif kanatın iyiden iyiye Sultan'a baskı yapması sonucu bu devrim niteliğinde düşünce hayata geçirilememişti.





Kaynakça :İnternet açık kaynaklar , Abdülhamit Han Siyasi Hatıralarım.




6 Nisan 2018 Cuma

Casuslukla ilgisi olmayan Mata Hari




Mata Hari tarihe, I.Dünya Savaşı'nda Almanlar için casusluk yapan bir egzotik dansçı olarak geçti.1917 yılında Casusluk ile suçlanarak kurşuna dizilerek idam edildi.

Mata Hari ismi, Jezebel ve Delilah gibi güzelliklerini güçlü adamları köleleri yapmak ve ihanet etmekte kullanan femme fetallerler birlikte anılır.Ancak gerçek hikaye çok farklıdır.



HOLLANDALI KÜÇÜK VE GÜZEL KIZ

Asıl adı Margaretha Geertruida Zelle olan Mata Hari Hollanda'nın Leeuwareen kentinde doğdu.Kocası Rudolph MacLeod'u gazeteye verdiği ilan ile bulmasından çılgın olduğunu anlayabiliyoruz.Onunla beraber Endenozya'ya gider ve birkaç yıl sonra sıkılarak Paris'e kaçar.

Kısa zamanda Paris'de ismi duyulur.Oryantal bir dansçının tüller altına gizlediği olağanüstü seksi güzelli ni bir an için olsun görebilmek için Paris'li erkekle çalıştığı yerlere akın etmeye başladılar.
Mata Hari'nin gözü yükseklerde idi ve kendisine dans tiyatro karaşımı bir meslek edinmeye çalıştı.
Ama insalar ondan yalnızca Tüllerin altına gizlediği güzelliğini göstermesini istiyordu.

1915 den itibaren Mata'nın kariyeri düşmeye başladı Sahnede daha az dans ediyor ve daha çok kişi ile birliktelik yaşıyordu.Mata Hari o zamana kadar aralarında Besteci Giacomo Puccini,Baron Henry de Rotschild , Fransız Savaş Bakanı Adolphe Pierre Messimy Zengin Alman Toprak Sahibi Alfred Kiepert dahil olmak üzere en az 50 kişi ile birlikte olmuştu.En son olarak onun idama götürecek süreci başlatan Alman askeri Ateşesi Binbaşı Arnold Kalle ile baraber oldu.

Arnold Kalle ile aşk yaşarken Fransızlar 1917 yılında Mata Hari'yi Almanya lehine casusluk yapma suçu ile tutukladılar.Tutuklanma sürecinde Fransızlar çok sıkı soruşturma yapmasına karşı aleyhine tek bir delil bulamadılar.Hatta bir Fransız General (Mata Harin'nin aşıklarından olması muhtemel) Mata Hari'nin ona Almanya 'nın eylemleri hakkında bilgiler verdiğini söylemesine karşı Mahkeme Mata Hari'yi idama mahkum etti.

İdam edilmesine yol açan delil Alman Binbaşı'nın Mata Hari'ye Alman Askeri hesaplarından para ödemesini gösteren dekontlar olmuştur.

Mata Hari 1917 yılında idam mangasının karşına çıkarken son kez bluzlarının düğmesini sökmüş bu yüzden idam 5 dk geçikmiş.


Mata Hari idam mangası önünde

Daha sonraları Fransız savcı Andre Mornet şöyle demiştir.

bırakın idam etmeyi bir kediyi bile kamçılatacak delil yoktu



4 Nisan 2018 Çarşamba

II.Dünya Savaşı'nda Şehit olan Türk Pilotlar

İlk yazımda havacılık Tarihimizde çok da bilinmeyen bir olayı anlatacağım sizlere.


Pek çoğumuz İngiltere’nin başkenti Londra’da bir Türk şehitliği olduğunu bilmez İşte bu yazı o şehitlikte yatan kahraman 14 pilotumuzu anlatır.





14 şehit pilotumuzun 2 si trafik kazası diğerleri ya eğitim uçuşu sırasında düşerek ya da Alman uçakları tarafından düşürülerek şehit olmuşlardır..











Eğitim Uçuşuna başlamak üzere olan Pilotlarımız 






 Eski Hava Kuvvetleri Komutanı Emin Alpkaya’nın İngiltere’de tuttuğu günlüklerde ve Hava Kuvvetleri’nin internet sitesinde şehit olan pilotların isimleri ve nasıl şehit olduklarına dair bilgi yer alıyor.

İngiltere'de Eğitim gören pilotlarımız toplu halde



Tülin Alpkaya'ya göre “Babamın günlüğü, 1942 yılında Cronwell’de eğitim gören Türk pilotlarının daha sonra bombardıman uçaklarıyla göreve yollandıklarını göstermektedir” 






Hava Kuvvetleri Komutanlığı’nın  internet sitesinde ise döneme ilişkin olarak şu bilgiler veriliyor: “20 Hava subayı, 23 Haziran 1941 tarihinde Refah şilebi ile İskenderun’dan Mısır’ın İskenderiye limanına hareket ettiler. O tarihlerde Akdeniz Almanların kontrolünde olduğu için anılan personelin Mısır’a gönderilmesi, buradan da İngilizler tarafından İngiltere’ye götürülmesi kararlaştırılmıştı. Ancak hareketinden beş saat sonra Refah şilebi, torpillenmiş ve tarihe ‘Refah faciası’ olarak geçen bu olayda, içlerinde 16 hava asteğmeni olmak üzere toplam 167 Türk askeri personeli şehit olmuştur."



17 Mayıs 1942’de ilk grup 38’inci Eğitim Dönemine katılmak üzere İngiltere’ye ulaşmıştı. Bunu diğer dönemler takip etmişti. Öğrenci pilotlar, Hurricane ve Spitfire tipi uçaklarda gelişme göstermeden önce, uçuş kariyerlerine daha sessiz Miles Master tipi uçaklarda başlamıştı. Uçuş kazaları sık görülmekteydi ve bunların çoğu,ölümcül sonuçlar doğurmuştu.”





TSK üstün hizmet madalyasına sahip olan ve 22 Mart 1985 tarihinde vefat eden babasının bu notlarını basmak istemediğini ve bir nüshasını Hava Kuvvetleri Komutanlığı'na gönderdiğini söyleyen Tülin Alpkaya devamında şöyle demiş :


"Türkiye Cumhuriyeti devleti 1941'de, savaş esnasında 20-30 yeni mezun subayı seçmiş ve İngiltere'ye yollamış. Bu subaylar, Kraliyet Hava Kuvvetleri pilotlarının yetiştirildiği, hatta Kraliçe Elizabeth'in babasının gittiği, şu anda Prens William'ın gittiği hava kuvvetleri okuluna eğitim almak üzere gidiyorlar. O dönemde pilota ihtiyaç olduğu için Türk pilotlar da, eğitildikten sonra göreve gönderiliyorlar. Babam tam olarak, 'Ben Berlin'i bombaladım' diye yazmamış ama hocası, 'Sen artık Berlin'e gitmeye hazırsın' demiş. Bombardıman öğrenmiş orada. Ondan sonra da hatıralarında, 'Sabah 6'da geldim. Çok yoruldum. Bombardımandan geliyorum' gibi el yazısıyla notları var. Ben de o okulun arşivini çok iyi bilen, orada mezun birisine sordum. O da dedi ki; 'O esnada ihtiyaçtan herkes kullanıldı. Bombardıman pilotlarına ihtiyaç olduğu zaman, Almanya'ya bombardımana yollanıyorlar. Bir sefer uçmuştur veya iki sefer... Onu bilemeyeceğim.' 
Brookwood Türk Şehitliği
Brookwood Türk Şehitliği



14 TÜRK PİLOTU ÖLDÜ

17 Ağustos 1942 tarihinde, 22 yaşındaki Teğmen Reşit Nalbant, Airspeed Oxford tipi uçak ile Cronwell’de inişe teşebbüs ederken düşmüş ve İngiltere'de ilk Türk şehit pilot olmuştur.

19 Eylül 1942’de, uçuş eğitimi sırasında Teğmen Nizmettin Şengün, Miles Master tipi uçağı ile dalıştan çıkarken, Barkston Heath iniş sahasına düşmüş ve Şehit olmuştur.

18 Temmuz 1943’de Teğmen Saim Parlak Grantham yakınlarındaki Belvoir Castle’ın kuzeyinde alçaktan uçarken, uçağı (Miles Master III) enerji nakil hatlarına takıldı ve Woolsthorpe yerleşim yeri civarına düştü.

23 Ağustos 1942’de, Teğmen Esat Şaşmaz, Hava alanının üç mil kuzeybatısındaki Ashby de La Launde’da, Miles Master tipi uçağı ile yere çakılmış ve daha henüz yirmi yaşındayken şehit olmuştur.

4 Eylül 1942’de Teğmen Hakkı Akarçay, öğretmen pilot İngiliz subayı Yüzbaşı l.F. Chapman’la birlikte, Master W9017 numaralı uçakla bu meydanda havalanmış, ancak kalkıştan sadece birkaç dakika sonra bir düşman taarruz uçağı tarafından saldırıya uğramıştır. Saldırı sonucu düşürülen uçakta, her iki pilot da hayatını kaybeder.

10 Kasım 1942 günü Teğmen Hüdai Toros, eğitim uçuşu için Cronwell’den Spitfire W3456 uçağıyla havalanır ve uçuş sırasında göz kararması sebebiyle hava alanı sınırına yakın bir mesafede bulunan Heath Farm’da yere çakılarak şehit olur.

21 Eylül 1943 tarihinde Teğmen Ömer Sümercan, uçtuğu Oxford tipi uçağın motorları durup yere çakılması sonucu şehit olur

10 Ağustos 1944’te Welby’de düşen Miles Master tipindeki uçak, Teğmen Mustafa Görez’in sehit olmasına sebep olur.

24 Eylül 1944 tarihinde Teğmen Fethi Nejat Ang, yine bir Miles Master uçağıyla gece uçuşunu tamamlayıp saat 02:00 civarındaki iniş denemesinde yüksek kalır ve Caythorpe yakınlarında düşer.

25 Ekim 1944 tarihinde Teğmen Emin Dönmez eğitim uçuşu sırasında kullandığı Spitfire uçağının düşmesi sonucu şehit olur.


Şehit Pilotlarımızın İsimleri ve Şehadet tarihleri:


1. Hv.Tğm. Nizamettin Şengün 18/19 Eylül 1942 Talim uçuşunda düşerek,


2. Hv.Tğm. Ali Aksu 21 Ocak 1943 Havada çarpışarak,


3. Hv.Tğm. İbrahim Oray 25 Mart 1943 Tren kazasında,


4. Hv.Tğm. Saim Parlak 17 Temmuz 1943 uçağı ile düşerek,


5. Hv.Tğm. Esat Şaşmaz 23 Ağustos 1943 uçağı ile düşerek,


6. Hv.Tğm. Hakkı Akarçay 3/4 Eylül 1943 Gece uçuşu esnasında bir Alman Focke-Wulf Fw104 uçağının hücumuna uğramış ve düşmüştür.

7. Hv.Tğm. Ömer Sümercan 21 Eylül 1943 uçağı ile düşerek,


8. Hv.Tğm. Kemal Gülçeken 10 Ocak 1944 uçağı ile düşerek,


9. Hv.Tğm. Mustafa Görez 4 Ağustos 1944 uçağı ile düşerek,


10. Hv.Tğm. Fethi Ang 24 Eylül 1944 uçağı ile düşerek,


11. Hv.Tğm. Emin Dönmez 25 Ekim 1944 uçağı ile düşerek,


12. Hv.Tğm. Hüdai Toros 10 Kasım 1944 uçağı ile düşerek,


13. Hv.Tğm. Abdullah Ay 4 Nisan 1945 Trafik kazasında,

14. Hv.Tğm. Reşit Nalbant 17 Ağustos 1942 uçağı ile düşerek,


Londra Brookwood Türk Şehitliği




Kaynakça :

Cahit Tuna'nın anıları, Hava Kuvvetleri yayınları,Emin Alpkaya'nın anıları